“AN”
Kaybedecek
bir şeyim yoktu. Ama çok şey kazanacaktım. Böylece bu projeye
gönüllü oldum. Ama hemen kabul edilmedim. Benimle beraber başvuran
548 kişi ile yarışmam gerekti. Bir noktadan sonra korkularına
yenilen beşyüze yakını bıraktı. En sonda da dokuz kişi kaldık.
Bedenen hepimiz yeterliydi. Asıl belirleyici olan psikolojik
yeterlilikti. Görevin doğası gereği güçlü bir zihinsel dirence
sahibi olmalıydık. Dünyayı ve dünyadaki yaşamımızı silmemiz
gerekiyordu.
Bu göreve
uygun olduğumuzu kanıtlamak için en son görev ekipmanına bağlı
olarak 1 yıl yaşamamız gerekti. Duyduğuma göre diğer adayların
beşinin sinir sistemi çökmüş ve bitkisel hayata girmişler.
Şanslı olan üçü ölmüş. Tüm bu eleme ve eğitim
çalışmalarından sonra görev günü gelmişti.
Herşey
yolunda gittiği takdirde görevim on yıl önce keşfedilen ve
rotası güneş sisteminin ötesi olan 22052017ENO kodlu kuyruklu
yıldıza sonda ile bağlanmak. Bu sayede güneş sisteminin ötesine
giden ilk insan olmaktı. Bedenim binlerce elektrot, kablo v.b. bir
sürü bağlantı sayesinde gemime biyolojik olarak bağlanarak
22052017ENO'ya yetişmek. Daha sonra gemimi kuyruklu yıldızın
merkezine kadar gömmekti. Bu insanlı sonda ile yıldızın
yörüngesini takip edip yaklaştığı gezegenlerden bilgi
yollayacaktım.
Şu an
bedenimin bir parçası gibi olan geminin yapay zekası ile 20075
gündür seyahat ediyorum. Aslında yapay zeka birden fazla karaktere
bölündü. Otomatik pilot ve sekreter işlevlerini yerine getiriyor.
20076.
günde oto pilot astroidin yörüngesi üzerinde geniş bir hidrojen
bulutu kümesi rapor etti. Sondadaki itici motorlar ile astroidin
rotasını değiştirebiliyorum. Ama bu hidrojen kümesini
önemsemedim. Bir süre sonra merkezden içine girdim. Çok geçmeden
sistemler durdu. Acil hayat destek sistemi zorda olsa açıldı. Aksi
takdirde uykudaki bedenim kısa sürede ölürdü.
Tüm
sistemler durduğu için karanlıkta ne kadar ilerlediğimi
bilmiyorum. Bu süre zarfında bilincim sık sıkta gidip geldi. Ne
kadar süre geçtiğini bilmiyorum. Sondanın sistem destek üniteleri
tekrar faaliyete geçtiğinde tam dalış kolidoru açıldı. Tekrar
yapay zeka ile sondanın kontrollerine ulaşabildim. Dış kabuktaki
sensörler hala hidrojen kümesinin içinde olduğumu söylüyordu.
Sekreter botu hidrojen kümesinin astroidle beraber hareket ettiğini
söyleyince çok şaşırdım.
Astroid
kümenin tam ortasında yol alıyordu. Daha sonra tam dalış
protokolünde olmayan bir ışık hüzmesi gördüğümde şaşkınlığım
daha çok arttı. Sekreter botuna sistemde bir arıza olup olmadığını
kontrol etmesini söyledim. Bot tüm kontrollerine rağmen bana
sistemde bir arıza olmadığını söyledi. Bende ışık hüzmesinin
etrafında dolanmaya başladım. Elimi uzatarak veri bağlantısı
kurmaya çalışmam hiç bir gelişme göstermedi.
Bir süre
onu görmezden gelemeye çalışarak rotamda bir değişme yaşanmış
mı kontrol etmeye başladım. Astroid olması gerektiği gibi
ilerliyordu. Bu sırada derinden belli belirsiz bir titreşim duymaya
başladım. Bir süre sonra bu titreşim dayanılmaz bir hal aldı.
Kaynağını aramaya başlamıştım bile. Daha sonra algım ışık
hüzmesine kaydı.
Işığın
ortasında hangi açıdan bakarsak bakayım. Bir el izi vardı.
Titreşim daha da arttı. Sanki bedenimin her hücresi sarsılıyor
du. Sonra bu titreşim sağ elimde yoğunlaşmaya başladı. O zaman
ışığın ortasındaki el izini tekrar hatırladım. İstemsizce
elim el izine doğru ilerledi. Elim el iziyle birleştiği vakit her
yanımın ışığın içine çekildiğini gördüm. Her yer beyaz
bir ışığa dönüştü. Tam dalış protokolünde ki göstergeler,
oto pilot, sekreter botu, bedenim hersey yok olmuştu. Zaman algım
yok olmaya başlıyordu. O yüzden ne zaman ışığın dağılmaya
ve ortamın belirginleşmeye başladığını kestiremedim.
Etrafındakileri
fark etmeye başladığımda artık tam dalış programının içinde
olmadığımı, bambaşka bir yerde olduğumu anladım. Sınırları
belirsiz, ortasından küçük bir dere akan selviler, söğüt
ağaçları ve çiçek açmış kiraz ağaçları olan bir bahçede
buldum. Bahçenin ortasında küçük bir kamelya vardı. Kamelyanın
ortasında birini gördüm. Yaklaştıkça orta boylu teniyle aynı
beyazlıkta saçları olan sanki havada bir bulut gibi süzülen kızı
gördüm. Sanki şeffaf gibiydi.
Ona
yaklaştım. Çırılçıplaktı, saçları kalçalarını ve
göğüslerini saklıyordu. Çıplak olmasına rağmen vücudunda her
hangi bir boşaltım yada cinsel organ göremedim. Gözleri
kapalıydı. Saçları ve teni parıldayan bir beyazlıktaydı.
Gerçekten
orada mı. Yoksa sadece bir görüntü mü olduğunu anlayamıyordum.
Yavaşça şeffaflığı azalmaya başladı. Neredeyse o gaz gibi
görüntü yerini yekpare elmas bir görüntü aldı. Bu dönüşüm
bittiğinde yavaşça gözleri açılmıştı. Göz bebekleri yok
gibiydi. Ama bana baktığını üzerimdeki baskıdan
anlayabiliyordum.
İlkin
basit iletişim yöntemleri ile iletişim kurmayı denedim. Beni
gözlemlemeye devam ettiğini hissediyordum ama bir karşılık
alamadım. Gemimin ana bilgisayarında bir sorun olup olmadığı
hakkında da kafa yormaya başladım. İçinde bulunduğum bahçeden
çıkış yollarını gözden geçirdim. Her hangi bir çıkış
bulamadım. Derinden bir uğultu yükselmeye başladı. Sanki
yüzlerce insan aynı anda konuşuyorlardı. Ama anlamlı sözler
yakalayamıyordum. Dünyadaki yüzlerce dil ve lehçe bir birine
girmiş gibiydi. Sonra bu karmaşa yavaşça azalmaya başladı.
Sanki bu uğultunun içinden bazıları eleniyordu.
Yavaş
yavaş bunların Dünya dilleri olduğunu anlamaya başladım.
İçlerinden bir çok kelimeyi seçebilmiştim.
“Hello, Al Salaam
a'alaykum, Ahn nyeong ha se yo, Aloha, Annyong ha shimnikka, Assalamu
alai kum, Barev, Bok, Bondia, Bonjour, Bore da, Buon giorno,
Cantonese, Chao, Ciao, Czesc, Dia Dhuit, God dag, Guten Tag, Hallo,
Hej, Hoi, Hola, Kalimera, Kem Che, Konnichiwa, Kumusta Ka,
Labas, Mandarin, Merhaba, Mingalarbar,
Mique, Moin Moin, Namaskar, Namaste, Nei Hou, Ohayou gozaimasu, Oi,
Sekoh, Selam, Shalom, Talofa lava, Vanakkam”
Tüm
bunlardan sonra bu uğultu durdu. Bir süre ne yapmalıyım diye
düşünmeye başladım. Sonra bana en yakın olan selamlamalardan
birini seçtim.
"Merhaba"
Ardından
yumuşak ve garip bir ahenkle.
"Merhaba"
"Sen
nesin"
Kısa bir
sessizlikten sonra başka bir soru sordum.
"Benden
ne istiyorsun."
Sonra ardı
arkası kesilmeyen sorular sordum. Yorgun düştüğümde artık
durdum.
Ben
dinlenirken.
"Gezegeninden
buraya kadar gelmene şaşırdım." Dedi.
"Sizin
medeniyetiniz daha yıldızlar arası yolculuğun prensiplerini
kavrayabilmiş değil."
"Ama
seni bir şekilde bu noktaya kadar ulaştıran bir plan
yapabilmişler."
"Güneş
sistemimizin dışına bir canlı göndermek, yinede senden sonra
yapılabilmiş değiller."
Tekrar ilk
sorumu sordum.
"Sen
nesin".
"Ben
evren ruhu diyebileceğin bir varlığım. Bu benim asıl görünüşüm
değil. Aslında belirli bir vücudum yok. Ben boşluktaki gaz
bulutların da yakınına ulaştığım gezegenlerin atmosferlerinde
yaşayan, bunlardaki elektron yüklerinde bilincimi koruyan bir
varlığım.
Şimdi bazı
şeyleri anlamlandırmaya başlıyordum. O İçine girdiğim hidrojen
kümesiydi.
"Gezegenimi
nasıl biliyorsun".
"Evrende
her yıldız ve gezegenin kendine has yaydığı radyo sinyalleri
vardır. Üzerinde hayat bulunan gezegenlerin yaydığı frekanslar
hayat olmayanlardan farklılık gösterir. Bunun üzerine sizin
gezegeniniz bu iki frekanstan bambaşka yüzlerce frekansta
gönderiyorsunuz."
"Sizin
gezegeninize en yakın olan benim. Sen gelene kadar bana ulaşan
sinyallerin deşifresini yapamamıştım. Senin geminin ve beyin
dalgalarının yardımı ile şu an seninle iletişim kurabiliyorum."
Bundan
sonra yine milyonlarca soru aklıma geldi.
İlk sorum
ise,
"Adın
nedir" oldu.
"AN"
Yorumlar
Yorum Gönder